EN YENİLER

Dost Siteler

buyuk-osmanli-devleti

Osmanlı Padişahları, Taht Uğruna Kardeşlerini, Hatta Oğullarını Katlederler Miydi?

Osmanlı Padişahları, Taht Uğruna Kardeşlerini, Hatta Oğullarını Katlederler Miydi?

Cevap: Evet, ama taht uğruna değil, belki baht uğruna; devletin bekası için...

Olayı, alelade bir "katil" şeklinde mütalâa etmek son derece yanlış

olur. Meseleyi değerlendirirken mutlak surette dönemin şartlarını,

yönetim anlayışlarını, işin önünü ve sonunu hesaba katmak,

muhtemel neticelerini düşünmek, buna bağlı olarak da şu soruyu

sormak lâzım gelir: "Acaba devletin bekası mı mühimdir, yoksa bir

şehzadenin hayatı mı?"

Hem devlet beka bulsun, hem de şehzadeler hayatta kalsın; elbette

güzel olanı, ideal olanı budur. Fakat ideali bulmak her zaman

mümkün olamamıştır. Ve devletin birliğine, bütünlüğüne şehzadeler

kurban verilmiştir. Tarafsız tarihçiler, şehzade katlinin bir gaddarlıktan değil, devletin

bütünlüğünü her şeyin üstünde tutma zaruretinden gelen cebrî bir

fedakârlıktan kaynaklandığı yolunda hüküm vermişlerdir.

Gerçekten de padişahları evlât ve kardeş katline sevk eden sebep

ne şahsî kin duygusudur, ne de menfaat hissi... Bu fiiller tamamıyla

din ve devlet kaygısından doğan hazin, hazin olduğu kadar da feci

tedbirlerdir.

Zira günün birinde tahta geçmek üzere yetiştirilen her şehzadenin

gönlünde padişahlık aslanı yatmaktadır. Devleti en iyi kendisinin

idare edebileceği düşüncesi âdeta fikr-i sabit halinde kafalara

yerleşmiştir.

Şehzadelerin böyle yetiştirilmesi ise ayrı bir zaruretin icabıdır. Bu

düşünce gücüne güç katmakta, mücadele azmini bilemekte,

kendine güven duygusunu kuvvetlendirmektedir.

Açıkçası, tahta geçemeyen her şehzade isyan etmeye, kargaşa

çıkarmaya namzettir.

Ortada çok olumsuz örnekler de mevcuttur. Meselâ Sultan I.

Murad'ın oğlu Savcı Bey, babasına karşı isyan etmiş (1385),

Anadolu'da Timur istilâsıyla başlayan Fetret Devrinde (1402-1413)

Yıldırım Bayezid'in evlâtları arasında baş gösteren mücadelede

binlerce mazlumun kanı akmış, bu yüzden Bizans'a nice tavizler

verilmiş, daha önce alınmış bazı topraklar iade edilmiştir.

Musa Çelebi bir ara İstanbul'u sıkı şekilde muhasara etmişken,

kardeşinin (Mehmed Çelebi) ordusuyla üzerine gelmesi yüzünden

mecburen muhasarayı kaldırmış, daha sonra Bizans'a âlet olan

Yıldırım oğullarından Mustafa Bey (nam-ı diğer Düzmece Mustafa)

isyanlarıyla devlet yeni bir fetretle yüz yüze gelmiş; nihayet Fatih'in

babası II. Murad zamanında padişahın kardeşi Şehzade Mustafa

(Düzmece Mustafa'dan ayırt edilebilmesi için tarihlerimiz bu

şehzadeyi "Küçük Mustafa" olarak yazar.)Bizans,

Germiyan ve Karaman kışkırtmaları sonucu ayaklanmış, bunun

üzerine Sultan II. Murad tıpkı Musa Çelebi gibi, İstanbul

muhasarasını kaldırarak küçük kardeşinin üstüne yürümek

durumunda kalmıştır (1423).

Bundan sonraki isyan örnekleri ise sayılamayacak kadar çoktur.

Şüphesiz her birinde devlet büyük yaralar almış, bir şehzadenin

yerine binlerce insan ölmüştür.

Öte yandan evlâtlar arasında bölüştürülmüş imparatorlukların

akıbeti de malûmdur. Bir Cengiz Han, bir Timur imparatorluklarının,

kardeşler arasında bölüştürülmesi sonucu bir insan ömrü kadar bile

hayatta kalamadıklarını herkes bilir.

Ama Osmanlı Devleti altı yüz küsur sene ayakta kalmış, bu sürenin

en az dört yüz senesinde dünyanın hemen hemen üçte birine

hükmetmiştir.

Fransız düşünürü Fernand Grenard'ın da dediği gibi, "Osmanlı

Devleti, gücünü devamlılığından alır."

Yani uzun soluklu oluşunu, hiç bölünmeden yürümesine borçludur.

Yek vücut, imanlı bir kitlenin önünde, bölünmüş Avrupa ve saltanat

ortakları arasında taksim edilmiş bir Bizans, elbette dize gelmeye

mahkûmdu. Ve öyle oldu.

Osmanlı hanedanı ve devlet adamları, devletin bölünmez bir bütün

olduğu gerçeğine gönülden bağlıydılar. Mülkü taksim teklifiyle

kendisine elçi gönderen Cem Sultan'a, ağabeyi Sultan II. Bayezid'in

verdiği cevap meşhurdur: "Bu kişver-i Rûm bir ser-i pûşide-i arûs-i

pûr namustur ki, iki dâmad hutbesine tâb götürmez" (Osmanlı

Devleti öylesine namuslu bir gelindir ki, iki damat istemez).

Osmanlı hanedanı ve devlet adamları daima "birlik" şuuruna,

"nizam-ı âlem" düşüncesine ve "Fitne katilden daha şiddetlidir"

mealindeki İlâhî hükme inanıyorlardı. Peygamber müjdesine mazhar olmuş Fatih Sultan Mehmed,

bir saltanat endişesi ve rakibi bulunmadığı hâlde, meşhur

"Kanunnâme"sine malûm hükmü koymuştur: "Her kimesneye

evlâdımdan saltanat müyesser ola, karındaşların nizam-ı âlem içün

katletmek münasibdür. Ekseri ulema dahi tecviz etmişdür, bununla

âmil olalar."

Ne yazık ki şartlanmış kafalara ve okul kitaplarına, bu sebep ve

gerekçelerin hiçbiri girmemiştir. Olay öyle bir şekilde takdim

edilmiştir ki, bundan, padişahların sadece kendilerini düşünerek,

ikballeri uğruna oğullarını, yahut kardeşlerini öldürttükleri sonucu

çıkmaktadır.

Oysa Yıldırım Bayezid, kardeşi Yakup Bey'in "tahtını tabuta"

çevirmeseydi, devlet param parça olmaz mıydı?

Fatih, kardeşini sağ bıraksaydı, kardeşi zaman içinde isyan

çıkartmaz mıydı (çünkü hep böyle gelişti), bu isyan sebebiyle acaba

İstanbul fethi aksamaz mıydı?

Sultan II. Bayezid, Cem Sultan'm teklifini kabul edip devleti

kardeşiyle bölüşseydi Yavuz ortaya çıkabilir, "Halife" olabilir miydi?

Ve Yavuz, üzerlerine gelen kardeşleri Ahmed ve Korkud'u

bağışlasaydı, toparlanır toparlanmaz birleşip yeniden saldırmazlar

mıydı? Bu da Yavuz Padişah'ın en büyük ideali olan "İttihad-ı İslâm"ı

(Müslümanların birliği) gerçekleştirmesini engellemez, miydi? Tabii

Hilafet de Osmanlılara geçmezdi

Nihayet şunu sormak lâzım: Cengiz Han, Timur Leng ve Hülâgü Han

gibi cihangirlerin kurdukları devletler, neden acaba bir Osmanlı

Devleti olamamış, yüzyıllar boyu yaşayamamıştır? (Tarihçiler bunun

sebebi olarak, imparatorlukların oğullar arasında bölüşülmesini

gösteriyorlar.)

Bunların üzerinde kafa yormadan, şartları hiç nazara ' almadan, o

günlerin devlet telâkkisini anlamaya çalışmadan masa başında

hüküm vermek insafsızlıktır.

Olayı tarih, şartlar ve insaf ölçeğinde ortaya koyduktan sonra, hâlâ

"günah" hükmü vermek de mümkündür. O takdirde günahların ve

sevapların değerlendirileceği "Mahşer Günü" hatırlanmalı ve olay

yargı merciine havale edilmelidir.

Osmanlı padişahları gerek yabancı, gerekse yerli yazarlar tarafından

o kadar hırpalanmıştır, öylesine akla, hayale sığmayan iftiralara

maruz bırakılmıştır ki, mevcut bazı hata ve kusurlarından ziyade

faziletlerinin üstünde durmak, neredeyse insanlık borcu hâline

gelmiştir.

Eminiz hiçbir millet, kendi ecdadını böylesine hırpalamamıştır,

tarihine böylesine yabancılaşmamıştır; kendi kökünü, kendi

tırnaklarıyla böylesine duygusuz ve duygusuzca yolmamıştır.

Artık taşları yerli yerine koymak lâzım...

Sonuçta herkes Allah'a hesap verecek, herkes kendi günahlarının

kefaretine katlanacaktır.

 

 

kaynak

Yavuz Bahadıroğlu - Biz Osmanlıyız

 

 

 

Bugün 28 ziyaretçi (151 klik) kişi burdaydı!
Site Sahibi : Enes Okay
Açılış Tarihi: 12.01.2011


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol